Ocak Ayı – Kültür Sanat Faaliyetlerim

Sene başındaki hedeflerimden biri de kültür-sanat faaliyetlerine daha çok zaman ayırmaktı. Gerek iş yoğunluğu, gerek tembellikten olsa gerek bu kısmı uzun zamandır ihmal etmiştim. Özellikle Netflix’in çıkmasıyla beraber kitap okuma alışkanlığımı neredeyse bıraktım. Netflix adeta Twitter etkisi yaratmış ve uzun makale/yazı okuma isteğimi elimden almıştı. Hatta 45 dk.’lık dizilere o kadar alışmıştım ki, uzun metraj film bile izlemek istemiyordum. Tüm bu sebeplerden ötürü kendim için radikal bir karar aldım ve kendime Netflix kotası getirdim. Ayda 2 veya 3 (maksimum) dizi izleme kotası koydum. İlk ay sonuçları istediğim seviyede olmasa da iyi bir noktaya gelmiş durumda 🙂

Ayda bir kere yayınlayacağım bu yazı serisiyle, sizlere kısa kısa izlediğim film, dizi ve tiyatroları, okuduğum kitapları ve gezdiğim yerleri paylaştığım. İçerik ile ilgili yorumlarınızı paylaşırsanız çok memnun olurum, umarım keyifli bir içerik olur.

Film

Pad Man

Yeni yılda izlediğim ilk filmdi Pad Man. Genelde hint filmlerini izlemeyi severim, her ne kadar vermek istedikleri mesajları gözünüzün içine sokuyor olsa da, bence başarılı yapımlara imza atıyorlar. Pad Man gerçek bir hikayeden uyarlanmış bir film. İnanışa göre Hindistan’daki kadınların “özel” günleri boyunca evin içine girmesi yasaktır ve pad fiyatları çok pahalı olduğu için, kadınların o dönem boyunca yeterince temiz olmayan bezler kullanmasından dolayı bir çok kadın hayatını kaybetmektedir. Eşinin bu durumuna üzülen ve bir çözüm arayan Lakshmikant Chauhan’ın (dizideki ismi, gerçek ismi; Arunachalam Muruganatham) başarı hikayesini ele alıyor. Film her anlamda çok başarılı; bazı kısımlarda “selvi boylum al yazmalım” tadı, bazı yerlerde de tam bir girişimcilik hikayesi. Kısacası en kısa sürede izlemenizi tavsiye ediyorum.


IP Man 4: The Finale

Serinin tüm filmlerini izlemiş biri olarak, final serisine gitmesem olmazdı. Filmin başrol oyuncusuna güzel bir veda beklerdim, tabi yine bir Hollywood klişesine de maruz kaldıklarını belirtmem gerekiyor. Ayrıca rahmetli Bruce Lee’yi bu kadar kötü göstermekte üzücü oldu benim için. Kısacası bu seri bende güzel bir tat ve Donnie Yen ile tanışmama vesile oldu. Seriyi izlediyseniz zaten bunu da izlemek isteyeceksiniz 🙂 


True Story

Yine gerçek bir hikayeden uyarlanan (sanırım en beğendiğim kategori bu) bir film olan True Story, New York Times’da başarılı olan bir muhabirin, yalan haber yaparak kovulmasından sonra, eşini ve çocuklarını öldüren bir katilin onun ismini vermesiyle başlayan bir macera. Film ile yorumları okuyunca, izleyenler siyah ve beyaz kadar ayrılmışlar. Ben biraz daha beğenmeyen kesime yakınım. Filmin başından sonuna kadar heyecanla ve hiç sıkılmadan takip ettim, belki de bunun etkisiyle vurucu bir final bekliyordum ama olmadı. Bir katil ve bir gazetecinin yollarının kesiştiği, film boyunca “acaba”ların eksik olmadığı güzel, keyifli ama sonu kötü biten bir film olarak arşivimde yerini aldı. 


Bir Konuşabilse

Belki de izlediğim en düz filmdi. Sevgilisinin işi yüzünden Tokyo’da bulunmak zorunda olan ve yine reklam çekimi için Tokyo’da bulunan bir aktörün maceralarını anlatan bir film. Kusura bakmasınlar ama Tokya filmdeki kadar da sıkıcı bir şehir olmasa gerek. Öyle bir anlatıyorlar ki Tokyo’yu, sanki ıssız bir ada da kalmışlar. Yine Scarlett Johansson’un hatırı için kapatmadım, garip bir şekilde de sürükleyiciliği olan, film boyunca; “şimdi bir şey olacak” diye beklediğim ve başladığı durağanlıkla biten bir film. İzlemeseniz de olur dedirten bir film diyebilirim.


Şampiyon Danimarka

Bir futbolsever olarak heyecanla izlemeye başladığım film bende tam olarak bir hayal kırıklığına sebep oldu. Filmi izledikten sonra 92 Avrupa şampiyonasını ve Danimarka’nın hikayelerini okudum ve film’de o konuların ne kadar yüzeysel geçildiğini anladım. Spoiler vermeden ancak bu kadar anlatabiliyorum 🙂 Bir futbolsever olarak beklentinizi yüksek tutmadan izleyebilirsiniz.


Dizi

Messiah

Sosyal medya’da çok fazla önüme düştüğü için bir hevesle izlediğim ve hiç sıkılmadan bitirdiğim bir diziydi. Senaryosu bir ara kopar gibi olsa da ben beğenen kesimdeydim. Elbette göze çarpan bazı şeyler var, bana göre en barizi son bölüme gelindiğinde mesih’in hangi dinin elçisi olduğuydu. “Ben herkes ile” yürürüm lafı birazcık bunu açıklasada bu kısmı doğru işleyemediler. Bir cümlede sosyal medya için söylemek lazım, mesih’te olsan kitlelere ulaşmak için sosyal medya’nın önemine ve kullanımına dikkat etmen lazım 🙂


Atiye

Mehmet Günsür’ün yapımlarını severek izleyen biri olarak, kendisinin role giremediği tek yapım diyebilirim. Bunda diyalogların çok zayıf olmasının da etkisi var. Diziyi bitirmedim (sadece 4 bölüm izledim), muhtemelen bir ara en son bölümü izleyip kapatacağım. Göbeklitepe PR’ı elbette yapılmalı, burada bir sakınca görmüyorum ama hikayenin temelinde olmasına bir anlam veremedim. Kısacası Netflix’te hayal kırıklığı yaratan bir Türk yapımı oldu bende.


The Witcher

Hem oyununu hem de kitabını okumayan biri olarak, ilk tanıtımından itibaren heyecanla beklediğim bir yapımdı. Bilim kurguyu çok fazla seven birisi olmayan ben için iki katı zor geldi. Dizi kesinlikle “genel izleyici” kitlesine hitap etmiyor. Dikkatli izlemeniz ve birazda dizide işlenen konulardan, karakterlerden haberinizin olması gerekiyor. Aksi takdirde çok havada geliyor, ben bitirdikten sonra arkadaşlarla konuşunca anlamadığım bir çok kısım olduğunu fark ettim. Kısacası dikkatli bir şekilde izlemeniz gereken bir yapım.


Rise of Empires Ottoman

Son zamanlarda yapılmış başarılı bir Türk yapımı belgesel-film olarak listeme dahil ettim. Başladığınız gibi bitirebileceğiniz bir yapım “Rise of Empires”. Yayın olarak yapılan eleştirilere katılıyorum; 

  • Filmin son bölümüne kadar acaba İstanbul fetih edilemeyecek gibi geliyor,
  • Fatih’in dehasından çok, şansının yardım etmesinin öne çıkarılması,
  • Akşamsettin’den hiç bahsedilmemesi, 

Bunlar katıldığım eleştirilerin başında geliyor. Oyuncuların ingilizce konuşmasına yapılan eleştirilere katılmıyorum. Bence bu kompleksten biran önce kurtulmalıyız. Bu bizim çocukluk travmamız ve bence ingilizceyi ülke olarak düzgün konuşamamamızın başlıca sebebi. Konu başka yere gitmesin diye burada kesiyorum 🙂 

Özetle sıkılmadan izleyeceğiniz güzel bir belgesel-film yapımı olarak tavsiye ediyorum.


Kitap

Bir İdam Mahkumunun Son Günü

Victor Hugo’nun dünya klasikleri arasında gösterilen kitabı 3 saatlik uçuşumda bitirdim. Öleceğini bilen bir adamın son günlerini anlatan bu roman’da, adalet sistemi, toplumun bakışını çok güzel sorgulatan bir kitap. En vurucu cümlesi sanırım; “hepimiz belirsiz bir süre için ertelenen ölüm cezasına mahkumuz.”


Beyaz Zambaklar Ülkesinde

Finlandiya’nın kuruluş hikayesini çok güzel özetleyen ve “Atatürk’ün tavsiye ettiği kitaplar” arasında yer alan bir kitap. Bir grup “aydın” kişilerin, ülke kuruluş değerlerini belirlemede ve bunu toplumlara yayılmasında nasıl bir rol aldıklarını okuyabileceğiniz eserde, aynı zamanda eğitimden, sağlığa, spordan, sanata kadar bir çok alanda nasıl kalkındıklarını ve bunları yaparken belirledikleri temel ilkeleri okuyarak, istenildiğinde bir ülkenin nasıl başarılı olduğunu ve nasıl yaptıklarını bu eserde bulabilirsiniz. 2-3 saat içinde hızlıca bitirebileceğiniz bir kitap, okumanızı tavsiye ederim. 


Gezi

Roma

İş için gittiğim Roma’da 1 tam gün gezebilme fırsatı yakalım. Açıkçası şehir tam bir açık hava müzesi, her gördüğünüz bina adeta bir tarihi eser. Biz klasik turistik yerler olan Aşk Çeşmesi, İspanyol Merdiveni, Kolezyum gibi yerlerini gezdik. Gittiğim gün Roma-Juventus maçı vardı ve ona bilet almıştım. Canlı olarak Merih’i ve Cengiz’i izleme fırsatı buldum (ve tabi Ronaldo :)) Totti’den dolayı bir Roma sevdalısı olan beni üzen bir skorla maçtan ayrıldım.

Roma’da hiç görmediğim kadar küçük araba gördüm sanırım. Smart ve VW Up serileri çok yaygın, başka türlü sokaklarda arabaları park etmek mümkün olmasa gerek. Ayrıca sokakların pisliğinden de söz etmeden geçemeyeceğim. Çokta sevemeden döndüm Roma’dan, yazın bir daha Avrupa şampiyonası için tekrar gideceğim ve o zaman daha detaylı bir fikre sahip olurum.

Madrid-Toledo-Valencia

Evlenip İspanya’ya yerleşen arkadaşım (Gökhan-Sevcan çifti) sayesinde 4 günlük keyifli bir Madrid-Toledo-Valencia turu yaptım. Madrid ve Toledo’yu daha önce ziyaret etmiştim, Valencia ise benim için ilk olmuştu. Açıkçası bu üç şehir arasında Valencia’yı çok sevdim diyebilirim. Hem şehrin düzenli olması, hem denize kıyısının olması ve büyük parklarıyla benden tam not olmasada yüksek bir not aldı diyebilirim. 🙂

Amsterdam

Dolu dolu bir gün geçirebildiğim Amsterdam’da tam 26 KM yürüyerek şehir merkezini karış karış gezdim diyebilirim. Çok uzun süre şehirde kalmayacaksam, müze müze gezmekten çok sokak aralarına girip oraları keşfetmeyi daha çok seviyorum. 

Amsterdam bana fazla kozmopolit bir şehir geldi. Amsterdam’da bir kültüre adapte olmak zorunda değilsiniz, kendi kültürünüzü orada yaşayabilirsiniz çünkü çok fazla çeşit insan var; Asyalı, Afrikalısı, Avrupalısı, Faslısı vb, bir çok kültürden insanlar mevcut. Hollandalılar işin zor kısmını halletmişler ve bu kadar insan çeşitliliğini tek bir süzgeçte eritip bir sistem/düzen kurabilmişler.


Bir cevap yazın

Your email address will not be published. Please enter your name, email and a comment.